Anket: Emekli Statü Kybı ve Sosyal İzolasyon Yaşıyor!
Anket: Emekli Statü Kybı ve Sosyal İzolasyon Yaşıyor!
Emekli Anketi: “aileme katkı sunamıyorum”, “sosyalleşemiyorum”, “Temel ihtiyaçlarımı karşılamakta zorlanıyorum” ve “Sağlık hizmeti almakta zorlanıyorum” diyor!
Günümüzde doğurganlık oranlarının düşmesi, yaşam süresinin uzaması ve ekonomik sistemlerin dönüşmesiyle birlikte toplumların yaşlı nüfusu giderek artıyor. Bu demografik dönüşüm, yalnızca bir nüfus meselesi değil; aynı zamanda sosyal adalet, refah devleti ve toplumsal bütünleşme açısından yeni tartışmaları beraberinde getiriyor. Neoliberal dönem politikalarıyla eş zamanlı gelişen bu süreç, bir yandan genç işsizliğini gündemde tutarken, diğer yandan sosyal devletin gerilemesiyle birlikte artan ve yoksullaşan bir yaşlı nüfusu görünmezleştiriyor. Yaşlılık bugün artık yalnızca biyolojik bir evre değil; üretimden dışlanmanın, toplumsal değer kaybının ve sosyal kopuşların yoğunlaştığı bir eşiktir. Emeklilik dönemi ise bu eşikte yaşanan gerilimlerin en belirgin biçimde açığa çıktığı bir dönem olarak karşımıza çıkıyor.
BAYETAV İzmir Barometresi Yaz Araştırması, bu dönemi yaşayan emeklilerin sesine kulak vererek, onların ekonomik, toplumsal ve psikolojik gerçekliklerini görünür kılmayı amaçladı. Araştırmada emeklilerin ekonomik durumlarından gündelik pratiklerine, gelecek tahayyüllerinden İzmir deneyimlerine kadar geniş bir yelpazede görüşlerini dinleme imkânı bulduk. Ne yazık ki ortaya çıkan tablo oldukça karamsardı. Katılımcıların neredeyse tamamı, düşük emekli aylıklarıyla hayatta kalmaya çalıştıklarını, parasızlık nedeniyle sağlık ve beslenme harcamalarını kısmak zorunda kaldıklarını ve evden çıkmanın maliyeti yüzünden giderek daha fazla içe kapandıklarını dile getirdi.
Emeklilik sistemi ve gelir gerçekliği
Emeklilik, bireyin uzun yıllar çalışmasının ardından, ödediği primler karşılığında iş yaşamının dışına çıkıp düzenli gelir elde ettiği bir dönemdir. Emekli olmak, yaşamdan değil, yalnızca çalışma hayatından çekilmeyi ifade eder. Bu yönüyle emeklilik, bir yandan dinlenme ve keyif alma fırsatı sunması beklenen; öte yandan toplumun geçmişine katkı sunmuş bireyleri desteklemesi gereken bir süreçtir. Ancak gerçeklik, çoğu zaman bu idealle örtüşmüyor.
Türkiye’de yıllar içinde farklı emeklilik sistemleri uygulanmış; SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı gibi yapılar, kişilerin çalışma statülerine göre emeklilik haklarını belirlemiştir. 2008 sonrası bu sistemler Sosyal Güvenlik Kurumu çatısı altında birleştirilmiş olsa da hâlâ 4A, 4B, 4C gibi farklı rejimlere dayalı maaş ve hak farklılıkları sürmektedir.
Bugün Türkiye’de emeklilik yaşı işe başlama tarihine bağlı olarak 60-65 yaş aralığında değişiyor. DİSK’in son yayımladığı rapora göre Türkiye’de Mart 2025 itibarıyla toplam 16 milyon 859 bin emekli ve hak sahibi (pasif sigortalı) bulunmaktadır. Bu rapora göre en düşük emekli aylığı 14 bin 469 TL’den başlamakta ve 90 bin TL’yi aşan istisnai örneklere kadar çıkabilmektedir fakat ortalama emekli maaşı 17 bin 252 TL’dir. Ancak asıl dikkat çeken, emekli maaşlarının asgari ücretle kıyaslandığında zamanla değer kaybetmiş olmasıdır: Bir dönem asgari ücretin 1,5 katı olan ortalama emekli maaşı, bugün yarısına gerilemiştir. Bu düşüş, emeklilerin hızla yoksullaştığının açık göstergesidir.
Görünmeyen yoksulluk: Veriler ne söylüyor?
Son yıllarda muhalif basın organlarında emekli yoksulluğuna dair haberler artmış olsa da bu durum hâlâ yapısal ve derinlikli biçimde tartışılmıyor. BAYETAV İzmir Barometresi İzmir genelinde 603 kişiyle gerçekleştirdiği anket ve 33 emekliyle yürüttüğü derinlemesine mülakatlarla, emekliliğin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve psikolojik kırılganlıklar içerdiğini ortaya koyuyor.
Anket verileri yaklaşık her 10 emekliden yedisinin “Aile ve çevreme katkı sunamıyorum”, “Yeterince sosyalleşemiyorum”, “Temel ihtiyaçlarımı karşılamakta zorlanıyorum” ve “Sağlık hizmeti almakta zorlanıyorum” ifadelerine katıldıklarını gösteriyor. Katılımcıların duygu durumunu sorduğumuzda umut ve mutluluk seviyesinin on üzerinden beşin altında olduğunu görüyoruz.
Emeklilerle yürüttüğümüz derinlemesine mülakatlara bakacak olursak öne çıkan başlıklardan biri, geçmişte daha insani koşullarda yaşanabildiği yönündeki yaygın algıydı. Birçok kişi, geçmişte emekli ikramiyesiyle ev sahibi olabildiklerini, çocuklarını okutabildiklerini; ancak bugün aynı koşulların mevcut olmadığını, şimdiki maaşlarla günlük giderleri karşılayamadıklarını ve en ucuz ürünü bulmak için marketleri dolaştıklarını ifade ediyor. Görüşmelerin bu safhasında en çok dile getirilen ise bir taraftan çocukları ve torunlarına hiçbir katkı sunamamanın üzüntüsü ve bunun da ötesinde onların geleceğinin çok daha karanlık olacağından duydukları kaygı oluyor. Neredeyse her görüşmeci kendilerinin geçmişte en azından görece müreffeh zamanlar geçirdiklerini fakat gelecek kuşakların bunu da yaşayamayacağı düşüncesini dile getirdi.
Sağlık ve beslenme: Sessiz bir kriz
Emeklilerin gelir kaybının en belirgin etkisi beslenme ve sağlık alanlarında ortaya çıkıyor. Katılımcılar, yaşları gereği daha fazla ihtiyaç duydukları nitelikli beslenmeyi sağlayamadıklarını, sağlıklı gıdaların erişilemez hâle geldiğini belirtiyorlar. Sağlık sistemine dair anlatılar ise daha da çarpıcı: Hastane randevusu alamamak, aylar sonrasına verilen tetkik tarihleri, SGK kapsamı dışına çıkarılan ilaçlar dahası kullanmak zorunda oldukları ilaçların piyasada bulunmaması, tedavi için şart olan birçok ekipmanın yüksek ücrete tabi olması, şehrin bir ucuna inşa edilmiş devasa şehir hastanesinde yaşanan zorluklar…
Statü kaybı ve sosyal izolasyon
İş hayatının sona ermesiyle birlikte birçok emekli için statü kaybı ve yerine bir şey koyamama sorunu yaşanıyor. Bu boşluk, ekonomik sınırlılıklar nedeniyle alternatif uğraşlarla doldurulamıyor. “Yapacak hiçbir şey bulamıyorum”, “Sabah kalkıp tüm günü nasıl geçireceğimi düşünüyorum”, “Ölmeyi bekliyorum” gibi ifadeler, emeklilerin kendilerini değerli hissedebilecekleri rutinlerin dışında kaldıklarını ve bu durumun ciddi bir psikolojik yük yarattığını gösteriyor.
Birçok emekli için gündelik yaşam çoğu zaman evde geçiyor. Dışarı çıkıldığında ise park ya da kahve gibi alanlarda oturmak mümkün olsa da burada da fiyatlar sınırlayıcı bir faktör hâline geliyor. “Bir çayla günü geçirmeye çalışıyorum.” “Kimseyle karşılaşmamak için kahveye gitmiyorum” diyenler, yalnızca maddi değil, aynı zamanda sosyal olarak da izole bir yaşlılık yaşıyor. Gönüllü faaliyetlerde bulunan veya kültürel etkinliklere katılan küçük bir grup ise olumlu örnek olarak dikkat çekse de bu grup, genel eğilimden belirgin biçimde ayrışıyor.
Damgalanma: Görünmeyen ayrımcılık
Toplumun emeklilere yönelik algısı da araştırmanın önemli bulgularından biri. Birçok katılımcı, toplumun emeklileri bir yük olarak gördüğünü; hatta “ölmelerinin beklendiğini” ima eden yaklaşımlarla karşılaştıklarını aktardı. Özellikle toplu taşımada, “bu saatte ne işiniz var”, “bedavacılar”, “evinizde oturun” gibi doğrudan müdahalelerle karşılaştıklarını söylediler. Bu deneyimler, sosyal dışlanmanın yalnızca dolaylı olmadığını, gündelik yaşamda açık bir ayrımcılığa dönüştüğünü gösteriyor. Benzer bir damgalama sağlık sisteminde de görülüyor. Katılımcılar, sağlık çalışanlarının kendilerini geçiştirdiğini, doktorların yaşları nedeniyle şikâyetlerini yeterince ciddiye almadığını dile getiriyorlar.
Şehir hakkı ve İzmir deneyimi
Henri Lefebvre’in ortaya attığı “şehir hakkı” kavramı, her birey ve grubun yaşadığı şehre katılım ve o şehirde yaşamı deneyimleme hakkına sahip olduğunu vurgular. Emeklilik döneminde bu hak, erişilebilirlik, güvenlik, ulaşım ve sosyal alanlarla doğrudan ilişkilidir.
İzmir bağlamında emekliler, şehrin kıyı kesimlerine yakın bir yerde oturuyorlarsa bu alanlarda vakit geçirebildiklerini belirterek olumlu görüşler sundular. Şehrin merkezinden uzakta oturanlar ise toplu ulaşım sıkıntılarını, mahallelerinin alt yapı sorunları olduğunu ve yaşam alanlarında sosyalleşebilecekleri sınırlı alanlar olduğunu ifade ettiler. Bazı emekliler İzmir’in görece özgür yaşam kültürü ve sahil bölgelerine yakınlığının diğer şehirlerle kıyasladıklarında kendileri için olumlu olduğunu belirttiler. Ancak bunun yanında özellikle yaşlı bireyler için şehirde önemli yapısal sorunlar olduğunun da altını çizdiler: Asansörsüz binalar, bozuk yollar, dar ve güvensiz kaldırımların İzmir’deki yaygınlığını eleştirdiler.
Sonuç: Iskartaya çıkarılan hayatlar mı?
İzmir gibi uzun yıllar “ emekli şehri” olarak anılan bir kentte bile yaşlılık, hayatta kalma çabasına, sınırlı hizmetlere ve sosyal izolasyona dönüşmüş durumda. “Sanki ev hapsindeyim”, “Bize neyi reva gördülerse ona katlanıyoruz” diyenler bu dönüşümün en açık göstergesi.
Sosyolog Zygmunt Bauman, neoliberal dönemde üretime ve tüketime dahil olamayanların “gözden çıkarılmış” kitleler olarak görüldüğünü belirtir ve bu durum için “ıskarta hayatlar” kavramını kullanır. Görüşmelerde dinlediğimiz anlatılar, emekli kesiminin sadece üretimden değil hayatın birçok alanından “ıskartaya çıkarıldıklarını” ve seslerinin duyulmadığını gösteriyor. Emekliliğin geçim zorluğuna ek olarak kamusal alandan dışlanma ve sosyal izolasyon olarak yaşandığına tanıklık ediyoruz.
Emekli bireylerin mevcut durumu aynı zamanda toplumsal bir aynadır. Yıllarca çalışmış insanlara nasıl bir yaşam sunduğumuz; yalnız bireysel değil, kolektif bir vicdanın da göstergesidir. Bayetav İzmir Barometresinin bu raporu, bu aynaya birlikte bakmak ve “görünmezleştirilmiş” bir kesime dikkat çekmek için bir çağrı niteliğinde: Emeklilik, bir dışlanma süreci mi olacak yoksa topluma başka biçimlerde katılmanın, deneyimleri paylaşmanın ve onurlu bir yaşlanmanın alanı mı?
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.