Akılsızın Elinden Sefil Taban Ne Çeker!
Akılsızın Elinden Sefil Taban Ne Çeker!
Sinan Karakaya yazdı: "Akılsızın Elinden Sefil Taban Ne Çeker!"
Çocukluğumun kulaklarımda en çok çınlayan cümlesidir:
“Akılsızın elinden sefil taban ne çeker!”
Annem, her hata yaptığımda ya da pişmanlık duyduğumda söylerdi bunu.
Okuldan her eve gelişimde ya beslenme çantamı ya da daha iştahlı yazabilmem için bana alınan gıcır kalemleri okulda unutunca söylediği, bizim coğrafyaya özgü meşhur sözdü o..
Belki bizim coğrafyaya özgüydü ama her duyduğumda kendimi cephede mevzi kaybetmiş bir asker gibi hissederdim. Özgüvenim kırılır, omuzlarım düşerdi.
Yıllar içinde öğrendim ki akılsız bir taban, sefillikten kolay kolay kurtulmaz.
Ama itiraf etmeliyim; benim taban, aynı hatayı iki kere yapmaktan da hiç gocunmadı.
Zaman geçti, annemin sözü zihnimin bir köşesinde hep asılı kaldı.
Akıl ile tabanın ne zaman aynı yöne bakacağını düşündüğüm her an, o ses yeniden yankılandı.
Bugün… Aynı yöne bakan insanların çok az olduğu bir dönemdeyiz.
Çoğalmaya çalışan bir avuç insanız. Düzenin sahipleri; siyaseti hokkabazlık, omurgasızlık ve ilkesizlik sanıyor.
Bunu da allayıp pullayıp “akıl” diye pazarlıyorlar. Tabanlarını ise görmezden geliyorlar.
Peki nedir bizim “akıl” dediğimiz şey?
Sadece günlük olayların sonucuna bakarak alınan kararlar mı?
Ya da koşullarımıza göre sınırlarını çizdiğimiz basit bir refleks mi?
Hayır. Akıl, tarihsel bir birikimdir. Basit görünen bir tercihin bile siyasal alt metnine baktığımızda, onun devrimci mi yoksa gerici mi olduğunu görürüz.
Tarih boyunca akıl, her dönemeçte bir eşiğe geldi.
Bu eşik toplumun kaderini belirledi.
Ve biz o eşiği geçerken kendi aklımızla mı hareket ediyoruz, yoksa başkalarının bize “hazır akıl” diye sattıklarıyla mı?
Sefil Tabanın Gözünden Akıl
Çocukluğum, tarihsel kırılmaların gölgesinde geçti.
Bir işçi havzasında emekçilerin kurduğu hayaller sınırlıdır.
Bir sonraki ayın gündelik ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlarsa, ‘hayal kurma Hakkı’na sahip oluyorlardı.
Borçlarını dengeleyebildikleri ay, sonraki aylar için umut vizesini almış oluyorlardı.
Önce Gazi Katliamı, beyaz toroslar, 28 Şubat sonra Marmara Depremi ve 1999 krizi bildiğimiz ve adını bilmediğimiz sayısız aydın katliamı , Ecevit hükümeti, dolardaki sert artış, enflasyon, emekçilerin canına okumuştu. Babamın yüzündeki üzgün ifade, işsiz kalma korkusu, 7 yaşındaki beni öfkelendirmeye yetmişti.
Bir sabah, herkes uyurken çalışma masamın çekmecesini açtım. Gözüm, bir gazetede gördüğüm fotoğrafa takıldı.
O dönemin hükümet yetkililerinden biriydi. Öfkeyle, hırsla o fotoğrafı karaladım.
Kimse önümüzdeki ayı bizden çalamazdı!
Sonra 2002 seçimleri geldi.
Bu kez başka bir tehlike kapımızdaydı.
90’ların çalkantılı dönemi bir sonuca bağlanmak zorundaydı.
Ama o sonucu şekillendirecek akıl, yine sefil tabanın geleceğini belirleyecekti.
99 krizinde canı yanan babam, bu kez “Cumhuriyet elden gidiyor!” diyerek tepki gösterdi.
Sefil taban, çok kısa iki tarihte, iki farklı tepkide bulundu.
Ama iktidardaki akıl, onun hayal kurmasını engellemekte kararlıydı.
Bugün ise Cumhuriyet’in tarihsel kazanımları tasfiye edildi.
Artık Cumhuriyet’in kuruluşunun kendisi bile hesaplaşma konusu yapılıyor.
Üstelik yoksullar, önümüzdeki ayı düşünmeye fırsat bulamasın diye daha da yoksullaştırılıyor.
Akıl ve taban, birbirine her zamankinden daha çok muhtaç.
Yeter ki yürürken omuzlarımız, başımız yere bakmasın; takılıp düşmeyelim.
Unutmayalım: Akıl ve taban aynı yöne bakmadıkça, o taban sefillikten kurtulamaz.
Kendi aklımızın peşine düşmez, başkalarının bize biçtiği akılla yetinirsek, bu söz hep geçerli olacak:
“Akılsızın elinden sefil taban ne çeker!”
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.