Erkan Baş: Bırakın 3 Çocuğu, Millet 3 Öğün Yemek Yiyemiyor
Erkan Baş: Bırakın 3 Çocuğu, Millet 3 Öğün Yemek Yiyemiyor
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği haftalık basın toplantısında, halkın alım gücünün dibe çakıldığını ve asgari ücrete mutlaka ara zam yapılması gerektiğini kaydederek, “Bırak 3 çocuk masallarını, millet 3 öğün yemek yiyemiyor!” sözleriyle Erdoğan’a seslendi.
Baş, basın toplantısındaki konuşmasında İBB’ye yönelik operasyondan kayyum uygulamalarına, seçme ve seçilme hakkının gasbedilmesinden anayasal hakları için mücadele eden yurttaşların yargı eliyle susturulmasına, “yeni anayasa” tartışmalarından “yeni çözüm süreci” tartışmalarına ve ülkenin birçok yerinde devam eden işçi direnişlerine değindi.
Gezi'yi andı
Sözlerine bugünün Gezi direnişinin başlamasının 12. yıldönümü olduğunu hatırlatarak Başlayan Erkan Baş, “Bundan 12 yıl önce Türkiye tarihinin en büyük haysiyet ayaklanmalarından, haysiyet isyanlarından biri başladı. İktidara büyük bir korku veren Gezi direnişinin, bizi yeniden halk yapan Gezi direnişinin 12. yılında öncelikle yitirdiğimiz tüm kardeşlerimizi sevgiyle, saygıyla anıyorum. 12 yıl önce ‘Emri ben verdim’ diyerek üstlendiği olağanüstü polis şiddetiyle hayatını kaybeden kardeşlerimizi sevgiyle, saygıyla andım. Onların katillerinin cezalandırılması gerekirken, onların katillerinin hesap vermesi gerekirken ellerini kollarını sallayarak sokaklarda gezdiği günlerde, devletin resmi rakamlarına göre 10 milyonun üstünde yurttaşın katıldığı bu eylemler nedeniyle halen cezaevinde esir tutulan Mine Özerden'in, Çiğdem Mater'in, Tayfun Kahraman'ın, Osman Kavala'nın ve Hatay milletvekilimiz Can Atalay'ın derhal serbest bırakılması talebini, Gezi direnişinin 12. yıl dönümünde bir kez daha ifade etmek istiyorum” şeklinde konuştu.
"Halkın siyasete katılımının korkusunu en fazla hissettiği anlardan bir tanesi Gezi direnişi"
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, basın toplantısında şunları dile getirdi:
“Demokrasi, daha doğru bir ifadeyle halkın yönetime katılımı sadece 4-5 yılda bir önüne konulan sandığa oy vermekten ibaret bir şey değildir. Toplantılar, gösteriler, protesto eylemleri, büyük mitingler, milyonların yan yana gelerek sesini duyurma çabası, tepki göstermesi bunlar hepsi hem yasal hem anayasal hem de doğal insan hakları kapsamına giren etkinliklerdir. Tabii iktidarın, halkın siyasete katılımının korkusunu en fazla hissettiği anlardan bir tanesi Gezi direnişiydi ve o günden bugüne Gezi'den, yani ‘Bir kişinin iki dudağından çıkan şey kanun olamaz. Biz hayatımızı nasıl yaşayacağımızı bir tek kişinin ağzından çıkacak bir söze kurban etmeyiz, buna izin vermeyiz’ diyen bir halkın, ‘Benim de sesim duyulsun, benim de bir sözüm var, benim de itirazım var’ diyen bir halkın, aslında demokrasiyi ayakları üzerine oturtan bir etkinliğin, bir eylemin, bir isyanın ‘darbe girişimi’ olarak damgalanması aslında bu içine girdiğimiz sürecin önemli adımlarından bir tanesi oldu. Ve dikkat edin, biz ‘Demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir. Halkın siyasete her alanda katılması gerekir’ derken demokrasiyi sadece sandığa sıkıştırmaya çalışanlar, şimdi sandıktan da istediklerini alamayınca sandığı da geçersiz sayan, ellerindeki güçle sandıktan çıkan sonuçları da kabul etmeyen, fiilen işlevsizleştiren bir yaklaşımı memlekete egemen kılmaya çalışıyorlar.
"Elimizde kalan seçme ve seçilme hakkı şu anda gasbedilme sürecinde"
Normal ülkelerde, olağan şartlarda siyasetin doğal merkezleri var. Aslında yurttaşın yaşadığı her yer, iş yerlerimiz, sokaklar, okullar bunların hepsi siyasi merkezlerdir. Basın yayın organları siyasi bir merkez olarak kabul edilebilir, üniversiteler siyasi bir merkez olarak kabul edilir. Yurttaş her yerden sesini çıkartır, bunun olmadığı yerler de eksiktir, ama hiç değilse o ülkenin bir parlamentosu vardır ve parlamento doğal bir siyaset alanıdır. Yani yurttaş belki sadece seçmene indirgenmiştir ama en azından temsilcileri vardır, vekilleri vardır. Onlar aracılığıyla iradelerini meclise yansıtırlar. Meclislerin bir anlamı, bir kıymeti vardır. Bu hem bizim tarihimizde hem insanlık tarihinde, meclislerin oluşumu ve faaliyetinin temel dayanaklarından bir tanesidir. Biz yıllardır sistematik bir biçimde siyasetin dışına itilen milyonlar adına burada konuşuyoruz ve şunu söylemem lazım, her geçen gün halkın siyasete katılım imkanları daraltıldı. Siyasi partiler kapatıldı, siyasi partiler yasası anti demokratik bir hal aldı. Bütün bunlara rağmen en son elimizde kalan seçme ve seçilme hakkı şu anda gasbedilme sürecinde.
Şunu açıkça söyleyeyim, Türkiye Büyük Millet Meclisi halk yararına çok az iş yapılan bir yerdir. Ama en azından, yurttaşın çıkarına hizmet etmese bile buradaki yasalara karşı muhalefetin ses yükselttiği, bu halk düşmanı uygulamaların teşhir edildiği, halkın bilgilendirildiği, halk adına muhalefet görevinin yapıldığı, bazen halk adına verilen tekliflerin iktidar tarafından çoğunlukla reddedildiği bir yerdir. Ama artık meclisin böyle bir işlevi de kalmadı. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde sürekli olarak torba yasaların, çuval yasaların, Anayasa Mahkemesi tarafından bozulacağı neredeyse kesin olan yeni yasal düzenlemelerin yapıldığı, bunların anayasa mahkemesine gittiği, oradan 2-3 yıl sonra geri döndüğü, bu arada memleketin hukuksuz bir biçimde, anayasaya aykırı bir biçimde işletiliyor olmasının normalleştiği, sonra Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği o yasalara ilişkin yeniden düzenlemelerin yapıldığı ama halkın hayatında olumlu anlamda hiçbir değişim yaşamayan süreçler. Bu konuda da özellikle vurgulamak istiyorum, milletvekilimiz Can Atalay'ın hukuksuz, haksız, anayasaya aykırı bir biçimde cezaevinde tutulması önemli kırılma noktalarından bir tanesi olmuştur. Bu utanç verici işlemle aslında Meclis kendi varlığını tartışmaya açmış, Hatay halkının seçme hakkı, bir milletvekilinin seçilme hakkı tartışmasız bir biçimde gasbedilmiştir. Hemen bunun arkasından belediyelere atanan kayyumlar önce Kürt illerinde başladı, arkasından İstanbul'da ilçe belediye başkanları ve nihayetinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı… Yani neredeyse Tayyip Erdoğan'ın başbakan seçildiğinde aldığı oydan daha fazla oy alan Ekrem İmamoğlu, önümüzdeki dönem Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilen Ekrem İmamoğlu şu anda hapiste tutuluyor. Belli ki iktidar kaybettiği her yere saldırıyor.
"Memlekette siyasetin sadece iki merkeze sıkıştığını görüyoruz"
Memlekette siyasetin sadece iki merkeze sıkıştığını görüyoruz. Bir tanesi Saray. Saray ve çevresinde MHP'sinden tutun, muhalif gözüken kimi unsurlara kadar uzayan bir iktidar cephesi var. Onlar gözlerini Saray’a dikmişler. Saray’dan gelen bir ses, bir işaret onların ne yapması gerektiğini anlamaları için yeterli. Yani açık söyleyeyim, Saray’dan talimat gelmese masadaki bardağa mutfağa götürme ehliyeti olmayan, kendi başına herhangi bir karar veremeyen bir topluluk sarayı merkeze alarak bu ülkeyi yönetmeye karar vermiş durumda. İkinci doğal merkez de, Silivri'de somutlayalım, Türkiye'de hapishaneler. Türkiye'de siyaset Saray’la Silivri arasına sıkışmış durumda. Sadece bugünden örnek vereceğim, biz muhalefetin milletvekilleri Saray Rejimi’ne karşı mücadele ederken günlük rutinimiz o günün yargılamalarını takip etmek olmuş. Bugün sabah saatlerinde Edirne'de aralarında il başkanımızın da olduğu, tutuklu ve ev hapsindeki üyelerimizin duruşması vardı. Aylar sonra serbest kaldılar. Aynı saatlerde Çağlayan'da 99 gündür bomboş bir dosyayla tutuklu bulunan EMEP İstanbul il başkanı Sema Barbaros arkadaşımız tahliye edildi, 99 günü gasbedilmiş oldu. İstanbul Barasu Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarımız bugün Silivri'de yargılanıyorlar. Dün gazeteci arkadaşımız Furkan Karabay yargılanıyordu.
"Anayasal haklarını kullanmak için mücadele eden insanlar yargı silahıyla susturulup cezaevine atılıyor"
Bu tabloya bakınca bilmeyen birisi şöyle sanır, ya bir tarafta memlekette amansız biçimde suç işleyenler var, diğer tarafta da memleketin refahı, huzuru, mutluluğu için çalışan bir iktidar var. Oysa Türkiye'deki tablo bunun tam tersi. Bugün bu ülkede memleketi için, halkı için mücadele eden kim varsa ya cezaevinde ya cezaevine girmekte tehdit ediliyor. Katiller, yolsuzluk yapanlar, hırsızlar, namussuzlar iktidara yakın olanlar ellerini kollarını sallayarak ,işledikleri bütün suçlara rağmen sokaklarda gezmeye devam ediyor. Akıl alır mı ya? Toprağı için, deresi için, ormanı için direnen insanlar cezaevinde, üç kuruş daha fazla para kazanacağım diye memleketin madenlerini ölüm alanlarına çeviren, üç kuruş daha fazla para kazanacağım diye, biraz daha fazla maden çıkartacağım diye doğayı katleden, orada işçilerin ölümüne neden olanlar servetlerine servet katıp hayatlarını devam ettiriyorlar. Anayasal haklarını kullanmak için mücadele eden insanlar yargı silahıyla susturulup cezaevine atılıyor ama memlekette anayasayı ayaklar altına alanlar bu ülkeyi yönetiyor. Esas mesele tam burada başlıyor. Buna alışacak mıyız? Bunu normalleştirmelerine izin verecek miyiz? Tam da burada, bunu normalleştirmeye çalışanlara karşı kararlı bir mücadeleye ihtiyacımız var. Bunun normalleşmesine izin vermemek için, bütün bu karamsar tabloya rağmen yılgınlığa değil mücadeleye ihtiyacımız var.
"İBB için iftiracı arıyorlar"
Değerli arkadaşlar, bakın İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde gerçekleşen operasyonda her gün yeni dalga haberleri geliyor. İnsan izlerken bile utanıyor, fellik fellik itirafçı arıyorlar. ‘İtirafçı’ diyorlar da aslında ‘iftiracı’ arıyorlar. Onlarca belediye personeli tutuklanmış. Dert ne? Soruyorum ya! Bir soruşturma başlatmış savcı, soruşturmayı başlattıysan bunun delilini, gerekçesini, iddianamesini hazırlarsın, mahkemeye sevk edersin. Ama ne elde sağlam bir delil var, ne vatandaşı ikna edebilecek bir gerekçe var. Güçleri yetse önce idam edip sonra yargılayacaklar, uyguladıkları hukuk sisteminin mantığı bu! Şimdi sokakta afişlerini, pankartlarını, ekrandaki görüntülerini yasaklamaya kalkıyorlar. Buradan çok açık söylüyorum. Bütün siyasi tutsakların derhal özgürlüğüne kavuşması için hepimiz, bu ülkede yaşayan tüm onurlu, namuslu yurttaşlar, aramızdaki bütün ayrımları bir kenara bırakarak tüm siyasi tutsakların derhal serbest kalması ve siyasi mücadelelerini özgür bir biçimde sürdürmelerinin önünün açılması için mücadele etmek zorundayız. Bu bizim yurttaşlık görevimiz, bu bizim insanlık görevimiz.
"Bu anayasanın neredeyse üçte ikisi Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde değiştirildi"
Memleketin bir tarafında tablo bu. Saray cephesinde, Saray medyasında bir yeni anayasa tartışması ve memleketi bir yeni anayasaya ısındırma faaliyeti tam boy ilerliyor. Ne diyor Erdoğan, ‘Yapılan değişikliklerle ayıplarından büyük ölçüde arındırılan 1982 Anayasası maalesef darbe döneminin tortularını taşıyor. Yeni ve sivil bir anayasa, bu tortulardan ebeden temizlenme, üstümüzdeki ölü toprağını tamamen atma imkanını bize sunacaktır’. Gerçekten insanın aklı almıyor. Demek ki 22 yıldır üzerlerinde bir ölü toprağı var. Bu anayasanın neredeyse üçte ikisi Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde değiştirilmiş maddelerden oluşuyor. Yani siz her fırsat bulduğunuzda, her ihtiyaç duyduğunuzda, her sıkıştığınızda bu anayasayı yeniden, yeniden düzenlediniz. Bir de altını çizmek istiyorum. ‘Darbe döneminin izlerini taşıyor’ diyor, yahu 2010 referandumunda bu anayasada yaptığınız değişikliklerle 15 Temmuz darbe girişiminin yolunu siz açmadınız mı? Tam da o darbenin gerçekleşebileceği koşulları yaratan düzenlemeleri, yani bu anayasayı darbecilerin hizmetine sokacak düzenlemeleri de siz yaptınız! Kumpas davalarını siz unutmuş olabilirsiniz, biz unutmadık. Unutturmuyorsunuz çünkü, o zaman da dalga dalga yürüyen kumpas davaları vardı, şimdi yine dalga dalga yürüyen yeni kumpas davalarıyla karşı karşıyayız. Yani darbe hukukunu uygulayan, fotoğraf yasaklayan, tutukluluğu bir ceza haline getiren bir siyasi iktidardan biz nasıl sivil bir iktidar diye bahsedebiliriz?
"Erdoğan'a baktığımda kendime şu soruyu soruyorum, bu kişinin Kenan Evren'den ne farkı var?"
Değerli yurttaşlar, ben Tayyip Erdoğan'a baktığımda kendime şu soruyu soruyorum, bu kişinin Kenan Evren'den ne farkı var? Bildiğim, Kenan Evren resim yapabiliyordu, çirkin çirkin resimler yapıyordu, bu da çirkin çirkin şarkı söylüyor. Başka ne farkları var? Aynı mantıkla, aynı anlayışla, aynı yönetim tarzıyla memleketi yönetmeye çalışıyorlar. Anayasa değişikliğiymiş, ya Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının uygulanması için anayasa değişikliğine ihtiyaç mı var? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını uygulamak için anayasa değişikliğine ihtiyaç mı var? Meclis’in anayasayı ilga etmesini engellemek için anayasanın değiştirmesine mi ihtiyacımız var bizim? Cezaevlerinde evlatları, eşleri olan ailelerle görüşüyoruz. Bu örneği paylaşmak istiyorum, ‘kuyu tipi hapishaneler’ diye bir gerçek var bu ülkede. Ağırlaştırılmış tecrit koşullarında, sosyal bir varlık olan insanın sosyalliğe dair her türlü olanağının elinden alındığı hapishaneler bunlar. Özel olarak tasarlanmış, çoğunlukla tek kişi, yatağını ve tuvaletini gören kameralar var bu hapishanelerde. İnsanlar 23 saat havasız ve güneşsiz ortamda bırakılıyorlar, bu hapishanelerde havalandırma dahi yok, 3 katlı inşa ediyorlar ki güneş almasın içerisi. Şimdi soruyorum, bu insan onurunu ayaklar altına alan, insan onuruna aykırı tecrit koşullarının ortadan kalkması için, kuyu tipi hapishanelerin kapatılması için anayasa değişikliğine mi ihtiyacınız var? Yani her şeyi anayasaya havale edeceksiniz.
"Barış ve Kürt diyemiyorlar ama süreç yürütecekler"
İşte tüm bu uygulamalar memlekette iktidar cephesinden makbul olanlarla iktidara göre düşman olanlar arasına çizilmiş açık seçik bir çizgiyi ortaya koyuyor ve üzülerek söyleyeceğim, bu koşullar altında biz barışı tartışıyoruz. Yahu ağızlarından barış kelimesini çıkartılamıyorlar, ‘barış’ diyemiyorlar, ‘Kürt’ diyemiyorlar, ama bir süreç yürütecekler. Meclis’ten, halktan kaçırılarak bir süreç yürütülemez. Önce ‘barış’ demeye cesaret edin, önce ‘Kürt’ demeye cesaret edin, Kürt halkının varlığını inkar etmekten vazgeçin. Önce siyasi tutsakları tahliye edin, kayyum siyasetine son verin, barış akademisyenlerini görevine iade edin. Daha sayayım mı? Hiçbirisi anayasa değişikliği gerektirmeyen, hepsi sizin hukuksuz uygulamalarınızla bu ülkeyi bir savaş iklimine sokan bu uygulamalardan derhal vazgeçilmesi lazım. Bunları yapmadan, demokratikleşme adımları atılmadan, barışı toplumsallaştırmadan süreç yürütmeye gayret ederlerse oradan barış da çıkmaz, oradan halk için bir anayasa da çıkmaz. Halkın ekmek kadar, su kadar, hava kadar ihtiyaç duyduğu barış için elimizi değil gövdemizi taşın altına koymuş durumdayız. Türkiye'de barışın sağlanması için bu memleketin gerçek sahiplerinin, yani halkın ülkesi haline gelmesi için anayasadan önce atılması gereken pek çok adım var. Bu yüzden daha önce söylediğimi ısrarla bir kez daha ifade etme ihtiyacı hissediyorum. Kişisel menfaatlerinizi, kendi iktidar hırsınızı, partinizin çıkarlarını, yandaşlarınızın servetinin arttırılmasını falan bunların hepsini bir kenara bırakın, halkın barış arzusunu, kardeşlik duygusunu istismar etmeyin. Biz gayet sorumlu davranıyoruz, sorumlu davranmaya gayret ediyoruz, ama herkesin de sorumlu davranması gerektiğini ifade ediyoruz. Barışı istismar edip bundan rant devirecek bütün uygulamalardan vazgeçmeleri gerekiyor. Biz barış için bedel ödeyen bir geleneğin mensuplarıyız. Bu ülkede barış için çok büyük bedeller ödemiş insanlara saygımız, sorumluluğumuz ve borcumuzla belirlenen bir konum alıyoruz. Barışı toplumsallaştırmak için elimizden geleni değil ne gerekiyorsa onu yapmaya hazırız. Ama bu sürecin bu sorumlulukla ilerlemesi gerekiyor.
"Erdoğan, bırak 3 çocuk masallarını, millet 3 öğün yemek yiyemiyor!"
Bir örnek arkadaşlar, bakın bir örnek, Tayyip Erdoğan'a sesleniyorum. 2025-2026 yılı için özel okullar fiyatlarını açıklıyorlar. Bir buçuk milyon, 2 milyona varan asgari ücretler var, bunlar sadece okul parası. Ortalama bir özel okulda bir asgari ücretlinin çocuğunu bir yıl okutabilmesi için 5 yıl çalışması gerekiyor. 5 yıl aldığın maaşa dokunmayacaksın, su bile içmeyeceksin, çocuğunu bir yıl okutabiliyorsun. 4 yıl okutacağını düşün, 20 yıl çalışması gerekiyor insanların. Bir de Tayyip Erdoğan çıkmış ‘3 çocuk yapın’ diyor. Düşünsenize 3 tane çocuğunuzu eğitim, getirdikleri bu rezil durum yüzünden özel okula göndermeye kalksanız 60 yıl çalışacaksınız ki çocuklarınız sadece liseyi özel okulda okuyabilsin diye. Bakın biz özel okullara, özel hastanelere, hepsine külliyen karşıyız. İnsanların temel ihtiyaçları, zorunlu ihtiyaçları birilerinin para kazanma aracı haline getirilemez. Ama hak mıdır, adalet midir? Parası olanın çocuğu gidecek güzel okullarda okuyacak, en iyi öğretmenlerden en güzel dersleri alacak, öbür tarafta asgari ücretlinin çocuğunu sadece eğitim alabilmesi için ömrünü vermesi gerekiyor. Bak Tayyip Erdoğan, bırak 3 çocuk masallarını, millet 3 öğün yemek yiyemiyor!"
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.