Halkevleri: “İsyanın Geliştiği Zeminde Örgütleneceğiz!”

Halkevleri 18 Mayıs’ta yaptığı Genel Yönetim Kurulu toplantısının sonuç metnini paylaştı. Halkevleri, Ortadoğu’daki gelişmelere, bunun bir yansıması olarak devletle Kürt hareketi arasındaki müzakerelere ve PKK’nin fesih kararına, 19 Mart’ta başlayan halk isyanının gidişatına, 1 Mayıs sürecinden çıkan derslere ve aile politikaları adı altında örgütlenen kadın düşmanlığına dair değerlendirmelerini sundu. Bu gelişmeler ışığında gelecek dönem mücadele programının çerçevesini paylaştı.

“Türk ve Kürt halklarının mücadele içinde dayanışmasını örgütleyeceğiz”

Halkevleri, Ortadoğu’daki gelişmelere ve Kürt hareketinin özgün konumuna ilişkin şunları söyledi:

Kürt hareketi ile başlatılan bu yeni müzakere sürecinde, Ortadoğu’ya yeni bir düzen vermek isteyen emperyalistlerin Suriye ve İran odaklı planları doğrultusunda yaptıkları zorlamanın başat olduğu, Kürt hareketi Suriye’nin kuzeydoğusundaki mevzilerini korumaya odaklanırken Saray’ın da bu süreçten Türkiye’ye dönük kendi planları doğrultusunda istifade etmeye çalıştığı ortadadır.

Kürt hareketinin sosyalist hareketten farklı önceliklere sahip olduğunu yadsımadıklarını ifade eden Halkevleri şu ifadelere yer verdi:

Kürt hareketinin Türkiye sosyalist hareketi ile farklı önceliklere sahip olduğunu yadsımadan, muhalefeti Saray lehine parçalamaya yönelik ulusalcı ve liberal eğilimlere karşı duracak, Türk ve Kürt halklarının emperyalizme ve faşizme mücadele içinde dayanışmasını örgütleyeceğiz.

Aile politikalarına karşı

İktidarın aile politikalarının kadınlar ve LGBTİ+’lar üzerindeki tahakkümü güçlendiren, kendini isyan bastırma rejimi olarak konumlandıran faşizmin politik programının önemlin parçası olarak gören Halkevleri, Ankara’da Güvenpark’taki “Aile Yılı hatıra panosu”na mor boya atarak yaptıkları eylemi hatırlattı. Kadınların ve LGBTİ+’ların bu politikalar karşısındaki özsavunmasını örgütleyeceğini belirtti.

Geleneksel inisiyatif merkezleri ile çizgisel yol ayrımı

Halkevleri, 19 Mart’ta başlayan halk isyanının sürdüğünü ve iktidar karşısında geri adım atılmasının çok daha yıkıcı sonuçları olacağını belirtti. 1 Mayıs’ın bu konuda kritik bir dönemeç olduğunu vurgulayan Halkevleri, “1 Mayıs itibariyle toplumsal muhalefetin geleneksel inisiyatif merkezleri ile çizgisel bir yol ayrımına girdiğimizi ve devrimci bir inisiyatif merkezinin yaratılması yolunda önemli bir pratik eşikten geçtiğimizi not ediyoruz” dedi.

Yapılan açıklamanın tamamı şöyle:

Yükselen bir isyan dalgası içindeyiz. 19 Mart’ta İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile tetiklenen, halkın güvence ve özgürlük talepleriyle sokakları doldurduğu isyan dalgası bugün meydanlardan geri çekilse de isyanın nedenleri varlığını koruyor, isyancı halk kesimleri başta öğrenciler olmak üzere hareket halindeler.

Emperyalist-kapitalist sistemin ürettiği çelişki ve çatışmaların, dünyayı siyasal haritaları değiştiren bir yeniden şekilleniş sürecine taşıyor. Bu süreç hemen yanı başımızda Suriye, Filistin toprakları başta olmak üzere coğrafyamızda katliamlarla işliyor. Bu sürecin yansıması olarak Kürt sorununda yeni bir çözüm süreci adı konulmasa da yürütülüyor. Bir yandan asgari ücret, emekli ücretleri ve derinleşen yoksulluk gündemi, tarım üreticilerinin krizleri, temel toplumsal hizmetlere erişmede yaşanan sorunlar gündemimizde. Tüm bu gündemler halk ile saray arasındaki çelişki ve çatışmaların yoksulluk, güvencesizlik temelinde derinleşeceğine işaret ediyor. Toplumsal mücadelelerin, halkın hak ve özgürlük taleplerinin nasıl ilerletilebileceğini, mücadelenin olanak ve görevlerini son isyan dalgasının bizlere işaret ettiği dinamikler ve görevler çerçevesinde değerlendiriyoruz. İnsanca bir yaşam, eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış için mücadeleyi büyütüyoruz.

Bu kapsamda şu değerlendirmeler yapılmıştır:

Bu kan gölünden çıkışın yolu emperyalizme karşı mücadeledir

Emperyalist kapitalist sistem, krizini tüm kürede halkların emeği ve kanı üzerinden süren pazarlıklarla aşmaya çalışmaktadır. Trump yönetiminin, sermaye çıkarlarını her şeyin üstünde tutan açık sözlü emperyalist yayılmacılığı ile hegemonyasını yeniden tesis etmeye çalışan ABD emperyalizmi, Ortadoğu’dan Ukrayna’ya ve Güney Asya’ya kadar geniş bir çatışma sahasında aktif bir politik tutum almaktadır. Emperyalist savaş örgütü NATO da bu sürece uyumlu hale getirilmektedir. Antalya’da düzenlenen NATO dışişleri bakanları toplantısında NATO Genel Sekreteri’nin sözüyle bu örgütün “daha ölümcül hale getirilmesi”, daha fazla silah üretilmesi, daha fazla savaş harcaması yapılması ve maliyetin tüm ülkeler tarafından eşit paylaşılması kararlaştırılmıştır.

Türkiye’yi yönetenler emperyalizmin emrine amade

Türkiye’yi yönetenler de emperyalist politikalar ekseninde yeniden pozisyon almaktadır. Başta Filistin halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının kanı üzerinden trilyon dolarlık anlaşmalar yapılırken, Tayyip Erdoğan da ülkemiz adına bu kanlı anlaşmalarda “barış diplomasisi” örtüsü altında görev üstlenmektedir. Ama esas yatırım barışa değil savaşadır. Trump ile imzalanan 305 milyon dolarlık füze alım anlaşmasında olduğu gibi savaş harcamaları tırmandırılmakta, ülkemiz 2026 NATO Zirvesi’ne ev sahipliği yapmaya hazırlanmakta, Türkiye ABD emperyalizminin İran liderliğindeki Direniş Ekseni’ni hedefe koyduğu bölgesel savaşta İsrail ile rekabet halinde rol almaktadır.

Tüm bu çabalar bölgenin ve ülkemizin yeniden sömürgeleştirilmesinde ABD tarafından verilen görevin tereddütsüz yerine getirileceği yönünde bir niyet beyanını ortaya koymaktadır.

Halkevleri olarak emperyalizmin, Siyonizmin ve işbirlikçilerinin savaş, işgal ve sömürgecilik siyaseti karşısında halkların eşitlik, özgürlük, barış mücadelesini yükselteceğiz.

Saray, bütün muhalefeti yok etmek istiyor

İktidar ABD emperyalizminin aktif taşeronluğunu üstlenirken içeriyi de zapturapt altına almaya, bütün muhalefeti etkisiz hale getirip halkı sesini çıkaramaz hale getirmeye çalışmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi CHP dahil bütün muhalefet düşman hukuku uygulanarak ehlileştirilmeye çalışılmakta, belediyelere yeni statü adı altında yerel yönetimlerin yetkilerinin valiliklere kaymakamlıklara devredilmesi için yasal hazırlıklar yapılmakta, rütbe bekleyen askerleri atama yetkisinin Cumhurbaşkanına verilmesi için yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Kürt hareketi ile bugüne kadar en ufak bir toplumsal, demokratik ya da hukuki zemin sunulmadan müzakere süreci de bir istisna oluşturmamakta, kayyum uygulamaları, Kürt siyasetçilere yönelik rehin siyaseti sürmekte, sınır ötesinde de askeri müdahaleler devam etmektedir. Bu koşullar altında yeniden gündeme getirilen “yeni anayasa” tartışması, kısmi de olsa bir toplumsal uzlaşı ya da demokratikleşme değil, halka karşı savaş halindeki faşist iktidar koalisyonunun kendi iktidar tasarımını kurumsallaştırma girişiminin yeni bir safhası olarak planlanmaktadır. İktidarın önümüze koyduğu şey, muhalefetin müdahil olup ilerleteceği bir demokratikleşme imkânı değil karşısında mücadele edilecek bir saldırı programıdır.

Çözüm, Türk ve Kürt halklarının Saray’a karşı omuz omuza mücadelesinde!

Süreç, tarafların karşılıklı olarak güç biriktirme ve mevzilerini koruma arayışında, emperyalist güçlerin basıncı ve kamuoyunda oluşan beklenti karşısında “uzlaşma” niyetini beyan ettiği ancak çatışmaya yeniden başlama olasılığını hazırda tuttuğu, oldukça kırılgan bir zeminde ilerlemektedir.

Ortadoğu’nun dört ülkesinde mücadele veren bir ezilen ulus hareketi olarak Kürt hareketinin Türkiye sosyalist hareketi ile farklı önceliklere sahip olduğunu yadsımadan, muhalefeti Saray lehine parçalamaya yönelik ulusalcı ve liberal eğilimlere karşı duracak, Türk ve Kürt halklarının emperyalizme ve faşizme mücadele içinde dayanışmasını örgütleyeceğiz.

Halkevleri olarak Saray’dan gelen tüm saldırılara emeğin, yoksulların, halkın barikatını kurarak cevap vereceğiz. Yoksullaştırmaya ve faşizme karşı eşitlik, özgürlük ve barış mücadelesini halkın hak mücadeleleri ile yükselteceğiz.

Saray iktidarı bir yandan aile ve nüfus politikaları bir yandan erkek devlet şiddeti aracılığıyla kadınların hayatlarına ve bedenlerine yönelik saldırıyı büyütüyor

Faşizmin saldırılarının arttığı her dönemde kadınlar üzerinde çok daha özel saldırı biçimlerinin açığa çıktığını biliyoruz. AKP MHP iktidarının saldırılarının arttığı bu süreçte de gerek aile ve nüfus politikaları gerek erkek devlet şiddetinin cinsiyetçi biçimleri ile kadınların yoğun bir saldırı altında olduğu günlerden geçiyoruz.

Geçtiğimiz yıl 15 Mayıs’ta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından açıklanan Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı dahilinde kadınların bedenini, varlığını hedef alan birçok uygulamanın yanında 2025 yılının Erdoğan tarafından Aile Yılı ilan edilmesi ile kadın düşmanı politikalar giderek daha da hız kazanıyor. Aile yılı kapsamında kadınların bedenleri üzerindeki baskılar artırılırken (adeta kadınların doğurmaya zorlandığı bir süreç işliyor) LGBTİ+’ları yok etme politikaları işletiliyor. Dinci gericiliğin de eşlik ettiği politikalarla kadın düşmanı ve LGBTİ+ düşmanı, katı genel ahlak kurallarıyla kuşatılmış bir kamusal alan inşa ediliyor.

Saray iktidarı bir taraftan aile ve nüfus politikaları ile kadınların hayatlarına ve bedenlerine saldırırken, bir yandan da hakları ve özgürlükleri için sokağa çıkan kadınların, LGBTİ+’ların karşısında cinsel taciz, çıplak arama gibi yöntemlerle erkek devlet şiddetini devreye sokuyor.

Kadın düşmanlığına ve aile politikalarına karşı mor boyalarımızla mücadeleyi büyüteceğiz

Kadınlar her gün aile içinde öldürülürken, çocuklar istismara uğrarken erkek şiddetini önlemek yerine aileyi güçlendiren politikalar karşısında feminist mücadeleyi büyüteceğiz. Ankara Güvenpark’ta kurulan ‘aile yılı hatırası’ panosuna attığımız mor boyayla iktidarın ‘kutsal ailesi’ni nasıl ifşa ettiysek, aynı mor boyaları kadın düşmanlığına karşı bir özsavunma aracı olarak kullanmaktan geri durmayacağız.

Emeğin taleplerini yükseltmek için kapı kapı, sokak sokak dolaşacağız!

Türkiye ekonomisi zorlandıkça, yıkım emekçilerin sırtına yüklenmekte, sınıfsal çelişkiler derinleşmekte ve AKP toplumsal desteğini giderek kaybetmektedir. Enflasyonu düşürmek için uygulanan “sıkı para politikaları”, halkın alım gücünü her geçen gün daha da eritmekte, yoksulluğu ve işsizliği daha da arttırmaktadır. Bu politikanın sonucu halk açısından önümüzdeki süreçte temel hizmetlere yapılacak fahiş zamlar, ücretlerin erimesi ve işten çıkartmalar olarak görülecektir. Tüm bunların üstüne kamu işçilerinin ücretlerine ilişkin olarak Saray’ın tutumu iktidar yanlısı konfederasyonları dahi yüksek sesle itiraz noktasına getirmekte, Temmuz’da ara zam tartışması başlarken iktidarın düşük ücret politikasından geri adım atma niyetinde olmadığı görülmekte, iklim krizinin vurduğu tarım üreticileri gıda fiyatlarında yeni bir tırmanışa işaret etmektedir. Halkevleri olarak yaz aylarında hayat pahalılığına, yoksulluğa ve işsizliğe karşı “insanca yaşam” mücadelesini kapı kapı sokak sokak örgütleyeceğiz.

İsyanı örgütleyecek, isyanın geliştiği zeminde örgütleneceğiz!

19 Mart’ta İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile tetiklenen, başta gençliğin gelecek, güvence ve özgürlük talepleriyle sokakları doldurduğu bir isyan dalgasının içerisindeyiz. Saray’a karşı direniş hareketleri bugüne kadar ekolojiden kadın mücadelesine işyeri mücadelelerinden emeklilerin mücadelelerine kadar lokal mevzi direnişler şeklinde olarak ortaya çıkıyordu. Ancak gençliğin öncülüğünde gelişen 19 Mart İsyanı hem yerel hem merkezi biçimlerde kent meydanlarını kuşatarak ilerledi. İsyan hem iktidara hem de ana muhalefet partisine hiza verdi. Toplumsal meşruiyetini yitiren iktidar faşizmi bir “isyan bastırma rejimi” olarak yeniden inşa etmeye girişmişse de gençliğin ön açmasıyla gelişen 19 Mart isyanını ne öngörebilmiş ne de henüz bastırabilmiştir. İsyanda gençlik dışındaki toplumsal kesimler henüz kendi özgün talepleri ve örgütsel varlıkları ile sahaya inmemişse de kampüslerden mahallelere yayılan eylemler, boykot çağrılarının yarattığı geniş seferberlik, güvencesizliğe, yoksulluğa, geleceksizliğe, gericiliğe ve faşizme karşı toplumsal hoşnutsuzluk ve öfke, isyanın yeni ve genişleyen dalgalar halinde ilerleyebileceğine işaret etmektedir.

Halkevleri, halk ile Saray arasındaki kavgada kim geri adım atarsa bunun altında kalacağını görmekte, bu nedenle isyanın ilerletilmesi, genişletilmesi, isyanın sınıfsal içeriğinin açığa çıkarılıp örgütlenmesi için seferber olacaktır.

Taksim bir irade beyanı ve yeni bir başlangıçtır!

1 Mayıs böylesi özel bir tarihsel sürece denk gelmiş ve özel olarak Türkiye sosyalist hareketi genel olarak da sınıf hareketi ve toplumsal muhalefet açısından çizgisel bir yol ayrımı oluşturmuştur: İktidarın muhalefeti kendi izin verdiği sınırlar içerisine hapsederek isyanı sönümlendirme girişimi karşısında buna razı gelmek mi? Yoksa buna razı gelmeyip sokağa kulak vererek 1 Mayıs’ı işçi sınıfının, yoksulların, sosyalist hareketin isyanı ileriye taşıdığı bir sıçrama noktası haline getirmek mi? Toplumsal muhalefetin geleneksel inisiyatif merkezlerinin isyanı değil kendi öznel sınırlarını esas alarak “izinli” 1 Mayıs tercihinde bulunması karşısında, Halkevleri 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamanın “gerekli, hak ve mümkün” olduğunu söyleyerek bir çağrı yapmıştır. Bu çağrı meşru, militan, kitlesel bir mücadele çizgisinin esas alınmasını savunan örgütlü örgütsüz kesimlerde geniş bir yankı bulmuş ve çizgisel bir bir araya geliş temelinde toplumsal muhalefetin geneline seslenen bir inisiyatif merkezi açığa çıkmıştır. Böylece 1 Mayıs’ın, isyanın sosyalistler eliyle sönümlendirildiği izinli bir miting gününe daralmasına izin verilmediği gibi isyanı sürdürmeye yönelik bir irade ortaya konmuştur. Sokaktaki dinamizmin Taksim’de yansımasını en etkili şekilde bulamamasının sorumluluğunu kendi dışımıza havale etmeden, 1 Mayıs itibariyle toplumsal muhalefetin geleneksel inisiyatif merkezleri ile çizgisel bir yol ayrımına girdiğimizi ve devrimci bir inisiyatif merkezinin yaratılması yolunda önemli bir pratik eşikten geçtiğimizi not ediyoruz.

Türkiye sosyalist hareketinin 1 Mayıs’ta olduğu gibi önümüzdeki süreçte seçim ve anayasa tartışmalarında da benzer kırılmaları yaşayacağı görülmektedir. Soldaki ayrışma fiili meşru militan hak mücadeleleri çizgisi ile verili sınırlar içerisinde “muhalefet etme” arasında yaşanmaya devam edecektir. Ancak, bir kez daha görülmüştür ki halk hareketleri kendisini ancak fiili-meşru-militan biçimlerde ifade edebilmektedir. Rejim karakteri gereği halk kesimlerine başka biçimlerde “hak arama/kazanma” şansı tanımamaktadır.

Halkın saray ile çelişkilerinin derinleştiği, gençliğin mevzi direnişlerden birleşik bir direniş hareketine doğru yolumuzu açtığı bugünlerde Halkevleri olarak devrimci çizginin ancak devrimci bir eylem çizgisi ile geliştirilebileceğinin bilincindeyiz.

İsyandan ideolojik/örgütsel ve politik olarak dersler çıkartmaya ve isyanın içerisinde yenilenmeye odaklanacağız.