Komisyonda "Koruculuk Sistemi Son Bulmalı" Çağrısı.

Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı kapsamında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 11’inci toplantısı sona erdi. Toplantısı ikinci oturumunda konuşan Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği Eşbaşkanı Murat Sarı, koruculuk sisteminin yarattığı sorunlara dikkat çekerek halkın köyüne geri dönüşlerinin yasal çerçevesinin oluşturulması gerektiğini belirtti. Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu Temsilcisi Abdullah Sağır ise kardeşliğin eşitlikten geçtiğine işaret ederek anadilin yok edilmeye çalışılmasını insanlık suçu olarak niteledi.

Sarı, güvenlik odaklı politikalar çerçevesinde binlerce köy ve mezranın 1990'lı yıllarda boşaltıldığına dikkat çekerek, milyonlarca insanın zorla göç ettirildiğine ve uzun yıllar boyunca kendi topraklarına, evlerine, tarım alanlarına ve geçim kaynaklarına erişiminden mahrum bırakıldığına işaret etti.

Zorunlu göç politikaları

Mezopotamya Ajansı'nın aktardığına göre Sarı, bu süreçlerde yaşanan zorunlu göçün sadece fiziksel yer değiştirme olarak değil aynı zamanda ciddi sosyo-ekonomik, kültürel ve psikolojik etkileri de beraberinde getirdiğine de vurgu yaparak, şöyle konuştu:

"Boşaltılan yerleşim birimleri İnsan Hakları Derneği ve Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği verilerine göre 90'lı yıllarda yaklaşık 3 bin 700 köy ve mecra boşaltılmıştır. Bu göçün bu zorla yerinden edilme sürecinin esasen iki farklı yansıması olmuştur. İç göç ve uluslararası göç şeklinde gerçekleşmiştir. İç göç ile zorla yerinden edilenlerin büyük bir kısmı Ankara, İzmir, İstanbul, Diyarbakır gibi büyük metropollere göç etmiştir. Uluslararası göçte ise yine süreçle bağlantılı olarak iç göç süreci ile bağlantılı olarak binlerce insan Avrupa ve Amerika'daki bazı ülkelere sığınma talebinde bulunmuşlardır."

Göç eden kadınların kentlerde düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kaldığına dikkat çeken Sarı, "Sosyal izolasyon ve aile içi ve tipi sorunlarla karşılaşmıştır. Yine çocukların eğitim hayatları kesintiye uğramış, yeni ortamlara uyum sağlamakta zorluk çekmiş ve psikolojik sorunlar yaşamışlardır. Bunun beraberinde işsizlik ve ekonomik sorunlar da beraberinde gelmiştir bu sürecin devamında. Göç edenlerin çoğu kendi topraklarını bıraktıktan sonra aslında kendi topraklarında tarım ve hayvancılık faaliyetlerini yürütüp gayet makul şartlarda yaşarken kentlere göç sonrası vasıfsız işlerde çalıştırılmış, ağır işlerde çalıştırılmışlardır. Ucuz iş gücü olarak kullanılmıştır" dedi.

"Ekolojik talan" eleştirisi

Yaşananların kırsal üretimin çökmesine ve kentlerde yoksul mahallelerin genişlemesine neden olduğu vurgusunu yapan Sarı, devamında şunları söyledi:

"Ekolojik açıdan orman yangınları meraların insansızlaşması ve tarım topraklarının işlenilmemesi bölgedeki doğal dengeyi bozmuştur. Ekolojik talanın da geri dönüş hakkının önündeki engel oluşunu biraz ayrıca ele almak gerekiyor. Çünkü bu talan devam eden bir süreçtir. Burada maden sahaları ve taş ocakları hayvancılığın yapılmasını engellemekte. 90'lı yıllarda boşaltılmış köylerde devam eden faaliyetlerden bahsediyoruz. Bu durum köylerin geçim kaynaklarına dönüşünü kalıcı biçimde kaldırmaktadır. Buna en somut örnek mesleki faaliyetlerin çerçevesinde gördüğüm bir avukat olarak, Diyarbakır’ın Dicle ilçesinin Kurşunlu köyünde devam eden bir maden faaliyeti köye geri dönüşün önünde ciddi bir engel teşkil etmektedir. Bölge halkıyla yaptığımız birebir görüşmeler de mevcuttur. Bu görüşmelerde ‘90'lı yıllarda boşaltılmak zorunda kaldığımız köyümüze geri dönmek istiyoruz. Fakat maden ocağı ve maden faaliyetleri bu dönüşün önünde ciddi bir engeldir çünkü dinamitler patlatılıyor bu madencilik faaliyetleri çerçevesinde’ deniyor. Ayrıca bir takım kimyasallar ve ağır metan kirliliği de ortaya çıkıyor."

"Koruculuk sistemi ayrışma yaratıyor"

Sarı, korucuların kontrolündeki köylerde geri dönen halkın güvenlik endişeleri yaşadıklarına işaret ederek, "Bu sorunların her birine ayrı bir başlık açacağız. Çünkü önemli bir faktördür. Korucuların geçmişteki ihlalleri nedeniyle toplumsal barışın sağlanması zorlaşmaktadır. Şimdi bu geçmişteki ihlaller birtakım raporlarla sabittir. Yaşananların yaratmış olduğu psikoloji, ciddi bir şekilde koruculuğun bölgede bulunması ve koruculuk sisteminin yaratmış olduğu militarist ortamdan kaynaklı ciddi bir engel teşkil etmektedir. Koruculuk sistemi toplumsal ayrışma ve güvensizlik oluşturmaktadır" ifadelerini kullandı.

"Köylerin asıl isimleri iade edilmeli"

Köylerin asıl isimlerinin iade edilmesi gerektiğine de dikkat çeken Sarı, "Kürtçe, Zazaca, Ermenice, Arapça gibi isimlerin iade edilmesi gerekir. Geri dönüşün önündeki engellerin kaldırılması, toplumsal onarım ve yüzleşme süreci, demokratik katılımın güvence altına alınması, koruculuk sistemine son verilmesi, silahların toplanması ve köye dönüş programlarının güçlendirilmesi gerekir. Ayrıca altyapı ve tarımsal destekler yine ekolojik restorasyon projeleriyle de bu süreç tamamlanmalıdır" diye belirtti.

"Anadili sorunu çözülmeli"

Sağır ise Türkiye’de yaşayan farklı etnik kimliklere sahip halkların anadili sorununa dikkat çekerek, "Eğitim ve öğretim başta olmak üzere çeşitli alanlarda anadillerini kullanma konusunda yaşadıkları sorunlar söz konusudur. Yine çeşitli inanç sahiplerinin dini vecibelerini yerine getirmede ve sonraki nesillere ulaştırmada karşılaştığı sıkıntılar hepinizin malumudur. Komisyonumuzun adlandırılmasında anlaşıldığı gibi komisyonun hedeflerinden biri de ülkemizde yaşayan halklar, inanç grupları özellikle Türk, Kürt, Arap ve yine Alevi, Sünni, Ezidi, Ermeni ve farklı inanç sahibi diğer azınlıklar arasında kardeşliğin tesis edilmesidir" dedi.

Cenazelere müdahale

Cenazelere yönelik saldırılara da işaret eden Sağır, şu tepkiyi verdi:

"Kanunlarda yer almasa da bölgede yaşayan halkın çocuklarının cenazelerine karşı vefatından sonraki safhalarda toplumsal dayanışmayı zedeleyici ve hatta ortadan kaldırıcı bazı uygulamalar bölgemizde görülmekte ve yaşanmaktadır. Bu uygulamalar arasında bazı cenazelerin sadece benim dediğim akraba tarafından kaldırılması ve definden sonra ölün mezarına dikilen taşların tahrip edilmesi, cenaze teçhizi esnasında görev yapan yıkayıcı ve taşıyıcı ve taşınması için cenaze aracını tahsis eden veya taziyelerde yer alanların hukuki takibata uğramaları yer almaktadır. Halbuki dinimize göre Müslüman çocuğunun yıkanması, kefenlenmesi, namazı kılınması ve defnedilmesi, mezarı uzaksa cenaze arabası ile götürülmesi sağ olanların dini ve insani görevi ve hakkı kabul edilmiştir."

"Hatalarla yüzleşilmeli ve özür dilenmeli"

Kardeşlik hukukunun ve bedelinin neyi gerektiriyorsa yapılması gerektiğini belirten Sağır, "Empati kurularak mutlaka kanunlar o şekilde düzeltilmeli. Hatalarla yüzleşilmeli ve gerekiyorsa özür dilenmelidir" şeklinde konuştu.

Komisyon 12. toplantısını, 24 Eylül Çarşamba günü saat 11.00'de, TBMM Başkanı Kurtulmuş'un başkanlığında, TBMM Tören Salonu'nda gerçekleştirecek. Toplantıda düşünce kuruluşlarının temsilcileri dinlenecek.